DEPREM KAYNAKLI YÜKLENİCİYE (MÜTEAHHİT) AÇILAN MADDİ TAZMİNAT DAVALARI
Yazımızın İçereği
- Depremden Kaynaklı Tazminat Davasını Kime Açabilirim?
- Deprem Kaynaklı Tazminat Davaları Belirsiz Alacak Davası mi, Kısmi Alacak Davası mıdır?
- Davacı Tarafın Dayanılan Hukuki Sebebi Belirtmesi
- Deprem Davalarında (Tazminat) Zamanaşımı (Hukuk Davalarında)
- Sorumluluğun İncelenmesi
- Deprem Davalarında İhbar Yükümlülüğü
- Zararın Hesaplanmasında Mahsup edilmesi gereken unsurlar nelerdir?
Zarara uğrayan ,evi hasar almış ya da yıkılmış kişinin zararını karşılamakla sorumlu olan kişiye tazminat yükümlüsü denir.
Deprem nedeniyle tazminat yükümlüleri 3’e ayrılır. Bunlar;
- Devletin ve İdarenin Tazminat Yükümlülüğü
- Müteahhit, Yapı Denetim Kuruluşunun ve Diğer Yetkili Kişilerin Tazminat Yükümlülüğü
- Yapı Malikinin Tazminat Yükümlülüğü
06/02//2023 Kahramanmaraş Depremi sonrasında gerek Adli Yargıda yükleniciye (müteahhide) ve kişisel olarak sorumlulukları bulunan teknik görevlilere ve denetim sorumlularına karşı gerekse devlete karşı İdari Yargıda bir çok dava açılmıştır. Yazımızda kısaca yüklenici firmaya (müteahhide) açılan maddi tazminat davalarında önemli bazı hususlara değineceğiz.
Davanın kısmi dava mı belirsiz alacak davası mı olarak açıldığının incelenmesi:
HMK’nun 107. maddesi uyarınca davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde belirsiz alacak davası açılması mümkündür.
Depremde yıkılan veya ağır hasar gören binalar için tazminat davaları da belirsiz alacak davası biçiminde açılması gerekmektedir.
Zarar doğurucu eylemin hem haksız fiil oluşturup hem de sözleşmeye aykırılık teşkil etmesinin ve davacı tarafın dayanılan hukuki sebebi belirtmemesi halinin incelenmesi:
Bilindiği üzere borçlunun zarar görenle arasındaki sözleşmeye aykırı davranışı aynı zamanda genel bir davranış kuralının da ihlâlini teşkil etmekteyse, aynı olayda hem sözleşmeden doğan sorumluluk hem de haksız fiil sorumluluğu söz konusu olacaktır. Doktrinde fikir ayrılıklarına rağmen, açıklanan durumun varlığı hâlinde Türk hukukunda hâkim olan görüş bu iki sorumluluğun yarışması (hakların telâhuku) görüşüdür. Hakların yarışmasında, zarar görenin tazminat istemini isterse sözleşmenin ihlâli isterse haksız fiil hükümlerine dayandırma yönünde bir tercih hakkının bulunduğu; dayanılan hukuki sebep açıkça belirtilmediyse, hâkimin önüne gelen olay bakımından hangi sorumluluk hâli zarar gören lehine ise o hükümleri bir bütün olarak uygulaması gerektiği kabul edilir.
Haksız fiil sorumluluğunda zarar gören, failin kusurunu ispatla yükümlü olduğu hâlde sözleşmeden doğan sorumlulukta durum tam tersidir; borçlu sorumluluktan kurtulmak için kusursuzluğunu ispat etmek zorundadır. Böylece sözleşmeden doğan sorumlulukta, alacaklı borçlunun kusurunu ispat yükümlülüğünden kurtarılmak suretiyle daha iyi duruma getirilmiştir. Bu itibarla, borçlunun kusursuzluğunu ispatla yükümlü olduğuna ilişkin hükmün aksi taraflarca kararlaştırılmadığı takdirde, zarar görenin tazminat davasını sözleşmeden doğan sorumluluğa dayandırması kendisi için daha elverişlidir. Buna karşılık, haksız fiil teşkil eden fiille ihlâl edilen normun bir kusursuz sorumluluk hâlini düzenlemesi durumunda kusurun ispatı söz konusu olmayacağından, haksız fiil sorumluluğuna başvurmak zarar gören için daha avantajlı olur. Tazminat yükümlüsüne kurtuluş kanıtı getirerek sorumluluktan kurtulma imkânının tanındığı kusursuz sorumluluk hâllerinde de aynı sonuca varmak mümkündür. Zira sorumlu kişi için kurtuluş kanıtı getirmek çoğu kez kusursuzluğunu ispat etmekten daha zordur.
Depremden kaynaklı davalarda zamanaşımının incelenmesi:
Değerlendirilmesi gereken bir başka husus ise zamanaşımıdır. Haksız fiil sorumluluğunda kanun koyucu sübjektif ve kısa mahiyette, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yıllık zamanaşımı düzenlemekle birlikte sözleşmeden doğan sorumlulukta ise zamanaşımı kural olarak alacağın muaccel olmasından itibaren on yıldır
Bu nedenle, sözleşmeye dayanan tazminat talebinin tabi olduğu zamanaşımı süresi, haksız fiile ilişkin olandan uzunca bir süre önce işlemeye başlamadığı takdirde veya somut olaydaki sözleşme için genel zamanaşımı süresinden farklı daha kısa bir süre öngörülmediği müddetçe ya da aynı zamanda suç teşkil eden haksız fiilin tabi olduğu ceza davası zamanaşımı süresi on yıldan uzun olmadığı sürece, zarar gören için sözleşmeden doğan sorumluluğa dayanmak daha elverişli olacaktır.
Müteselsil sorumluluğun incelenmesi:
Depremden kaynaklanan uyuşmazlıklarda davacının uğramış olduğu zarardan davalı yüklenici veya satıcı ile yapı denetim şirketi ve diğer ilgililer müşterek ve müteselsil olarak sorumludur.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 24/09/2008 tarihli ve 2008/10774 esas, 2008/11019 karar sayılı ilamında; ”Davalılar Müteahit ve satıcı binanın tekniğine uygun olmayan şekilde eksik ve kusurlu yapılmasından dolayı depremde yıkılması nedeniyle oluşan davacı zararının tamamından müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları halde, mahkemece, davalı müteahit ve satıcının kusur oranı nispetinde davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.” şeklinde içtihatta bulunulmuştur. (Aynı Dairenin aynı yönde 09/04/2012 tarihli ve 2012/1933 esas, 2012/9613 karar sayılı ilamı, 16/03/2012 tarihli ve 2011/16900 esas, 2012/6791 karar ilamı, 01/07/2011 tarihli ve 2011/6519 esas, 2011/10576 karar sayılı ilamı, 30/06/2011 tarihli ve 2011/9850 esas, 2011/10465 karar sayılı ilamı vb)
Zamanaşımı ve ayıp ihbarının incelenmesi
Sözleşme, olay ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’nun 12’nci maddesinde zamanaşımı; “(1) Kanunlarda veya taraflar arasındaki sözleşmede daha uzun bir süre belirlenmediği takdirde, ayıplı maldan sorumluluk, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, malın tüketiciye teslim tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda taşınmazın teslim tarihinden itibaren beş yıldır. (2) Bu Kanunun 10 uncu maddesinin üçüncü fıkrası saklı olmak üzere ikinci el satışlarda satıcının ayıplı maldan sorumluluğu bir yıldan, konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda ise üç yıldan az olamaz. (3) Ayıp, ağır kusur ya da hile ile gizlenmişse zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
Sözleşme ve olay ve dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 72. Maddesinde zamanaşımı kural olarak; ”Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır. Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Kural olarak depremde hasar gören taşınmaza ilişkin hukuka aykırılık binanın imalat tarihine dayanmaktaysa da ayıp ve zarar binanın imalat tarihinde değil depremin meydana gelmesi ile ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla zamanaşımı süresinin binanın imalat tarihinden itibaren değil deprem tarihinden itibaren işlemeye başladığı kabul edilmelidir. Yargıtay’ın bu konudaki uygulaması da, deprem nedeniyle oluşan zararların tazminine ilişkin davalarda, zararın öğrenildiği tarihin, dolayısıyla, evleviyetle o zararın ortaya çıktığı deprem tarihinin zamanaşımı sürelerine başlangıç olarak alınması gerektiği yönündedir. (Benzer yönde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22/10/2003 tarihli ve 2003/4-603 esas, 2010/137 karar sayılı ilamı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10/03/2010 tarihli ve 2010/4-111 esas, 2003/594 karar sayılı ilamı ) Ayrıca TBK’da zamanaşımı süresi maddi ve manevi tazminat istemleri için farklı belirlenmediğinden zamanaşımına ilişkin hükümler hem maddi, hem manevi tazminata ilişkin talepler için geçerlidir. (Benzer yönde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20/12/2017 tarihli ve 2017/3-2786 esas, 2017/2016 karar sayılı ilamı ) Açıklanan sebeplerle depremden kaynaklı uyuşmazlıklarda hem maddi hem de manevi tazminat talepleri için zamanaşımı süresinin zararın ortaya çıktığı tarih olan depremden itibaren işlemeye başlayacağı kabul edilmiştir.
Gerçek zararın hesaplanmasında mahsup edilmesi ve edilmemesi gereken unsurların incelenmesi:
Maddi tazminat bir işlemden veya eylemden dolayı kişilerin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi önlemeye yöneliktir. Zararı meydana getiren olay sonucu zarar gören ilgililerin mal varlığında bir artış meydana gelmişse, bu artışında göz önüne alınarak ortaya çıkan zarar ve yararların denkleştirilmesi suretiyle maddi zarar miktarının saptanması gerekir. Ancak böyle bir denkleştirme yapılabilmesi içinde yarar ile zarar arasında uygun bir illiyet bağının bulunması gerekir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m.1401’de sigorta; “sigortacının bir prim karşılığında, kişinin para ile ölçülebilir bir menfaatini zarara uğratan tehlikenin, rizikonun, meydana gelmesi halinde bunu tazmin etmeyi ya da bir veya birkaç kişinin hayat süreleri sebebiyle ya da hayatlarında gerçekleşen bazı olaylar dolayısıyla bir para ödemeyi veya diğer edimlerde bulunmayı yükümlendiği sözleşmeler” olarak tanımlanmıştır. Aynı Kanunun m.1472 maddesinde “halefiyet” başlığı ile “sigortacı, sigorta tazminatını ödediğinde, hukuken sigortalının yerine geçer. Sigortalının, gerçekleşen zarardan dolayı sorumlulara karşı dava hakkı varsa bu hak, tazmin ettiği bedel kadar, sigortacıya intikal eder. Sorumlulara karşı bir dava veya takip başlatılmışsa, sigortacı, mahkemenin veya diğer tarafın onayı gerekmeksizin, halefiyet kuralı uyarınca, sigortalısına yaptığı ödemeyi ispat ederek, dava veya takibi kaldığı yerden devam ettirebilir” şeklinde düzenlenmiştir.
DASK Genel Şartlarının B.1- Rizikonun Gerçekleşmesi Halinde, Sigorta Ettirenin ya da Sigortalının Yükümlülükleri başlığının 1.3 fıkrasında ”DASK’ın isteği üzerine zarar miktarıyla delilleri saptamaya, rücu hakkının kullanılmasına yararlı ve sigorta ettiren için sağlanması mümkün gerekli bilgi ve belgeleri, gecikmeksizin DASK’a vermek,” şeklinde düzenleme mevcuttur.
Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; davacıya gerek DASK gerekse konut sigortası kapsamında yapılan ödemelerin rücuya tabi ve davacının zararını karşılamaya yönelik olduğu gözetilerek tazminat miktarından mahsubu gerekmektedir.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 28/09/2011 tarihli ve 2011/9330 esas, 2011/9728 karar sayılı ilamında; ”Davacılara, Gölcük Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından, ölüm yardımı, konut yardımı ve barınma yardımı yapıldığı yapılan bu yardımın hesaplanan gerçek zarar tutarından mahsup edildiği anlaşılmaktadır. Yapılan bu ödemeler rücuu edilebilir nitelikte olmayıp, mahsubu gerektiren ödemeler değildir. Bu nedenle zarar tutarından mahsup edilerek karar verilmiş olması doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.” şeklinde içtihatta bulunmuştur.
01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren ve deprem tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55 inci maddesinde, “Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre tazminat alacaklısına ifa amacı güdülmeksizin yapılan ödemelerin hesaplanan maddi zarar tutarından indirilmemesi gerektiği açıktır.
Paylaştığımız bu yazı bilgilendirme amaçlıdır. Deprem kaynaklı tazminat davalarınız ile ilgili tüm konularda destek almak için Themis Hukuk Bürosuna başvurabilirsiniz. Diyarbakır’da tazminat avukatı ve Diyarbakır’ da ceza avukatı ile ilgili iletişime geçerek hukuki danışmanlık alabilirsiniz.